Anne – Babanın Evlatları Üzerindeki Talepleri Hakkında Bir Temenni

Bu yazıda, okuduğum bir kitapta geçen bir alıntının bana düşündürdükleri ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Öncelikle alıntıyı paylaşayım:
“Psikanalizin bize öğrettiği şey, arzularımızın daima ayrılmaz bir biçimde başkalarının arzularına bağlı olduğudur.
İlk etapta bunlar ebeveynlerimizin arzularıdır.Çünkü ebeveynler başarılı ve tatminkar bir hayata ilişkin bütün umut ve isteklerini yeni doğmuş çocuklarına yüklerler, fakat ayrıca kendi doyurulmamış rüyalarını ve büyük amaçlarını da çocuğa yüklerler”.

Bu cümlelerden sonra düşündüm.

Gerçekten de birçok anne baba böyle yapmıyor mu?

“Örneğin ben okuyamadım, oğlum okusun.”

“Ben doktor olamadım, kızım doktor olsun bizi muayene eder.”

“Ben şunu yapamadım, oğlum yapacak” gibi onlarca cümle kimi zaman dilimizin ucuna gelir, kimi zaman söylemesek de aklımızın bir köşesinde bu vardır.

Oysa ki dönüp sormayız çoğu zaman ” acaba sen ne olmak istersin?, hangi işte daha mutlu olursun, sen hayatını nasıl sürdürmek istersin ?” diye.

Netice itibari ile diyorum ki evlat sahibi olan anne ve babalar lütfen evlatlarınızı kendi yaşamadığınız (bir manda size nasip olmamış) hayatı yaşamaya zorlamayın.

Bunun yerine hayatına ilişkin temel çizgileri çizip onun içinde evlatlarınızın hayatını yaşamasına izin verin.

Hayata ilişkin temel çizgiler ne olabilir?

Örneğin ” Oğlum/ kızım helal lokma ye, haram kazanç sağlama”,

“Oğlum / kızım yaptığın işten, seçtiğin meslekten insanlar zarar görmesin, insanların faydasına işlerle meşgul ol”,

” Oğlum / kızım vatana millete hayırlı işlerle meşgul ol” gibi temel çizgiler olabilir.

Bence bu konu geleceğimiz açısından çok mühim.

Bu manada buradan meslek seçimimde, hayatımı sürdüreceğim tercihleri belirlemede bana ” helal kazanma” ve “ülkesine ve milletine faydalı olma ” dairelerinin önemini vurgulayıp bu daire içinde beni serbest bırakan bir anne ve babaya sahip olduğum için ne kadar şükretsem az.

İnşaAllah ben de kendi evladımı “helal kazanma” ve ” vatana millete faydalı olma” çerçevesi içinde serbest bırakan bir baba olurum.

Bu yolda yürümeye niyetliyim.

Bu bile önemli bence…

Gerçeğin İnşasında Söylemin Rolü ve Kişilerarası İletişim Üzerine

Değerli Okuyucu,

Burada yazdıklarım bugün okuduğum bir kitap üzerine aklıma gelenlerden ibaret.

Yazımın sonunda da kişilerarası iletişime ilişkin küçük bir tespitimi paylaşacağım. Belki okuyanlardan bir veya birkaçının işine yarayabilir.

Okuduğum bir kitapta şöyle bir paragraf geçiyor : “ Emile Benveniste’ye göre; “gerçeklik”, dil aracılığı ile yeniden yaratılır. Konuşan kişi söylemiyle olayı ve olaya ilişkin deneyimini yeniden oluşturur. Dinleyen kişi de önce söylemi algılar ve bu söylem aracılığı ile olayı yeniden oluşturur. Böylece dilin işleyişine özgü bir durum olan söz alışverişi ve söyleşi, söylem edimine ikili bir işlev yükler: Konuşucu için gerçekliği gösterir, dinleyici için bu gerçekliği yeniden yaratır”.

Şimdi bu satırlar üzerine elbette uzun uzun konuşulabilir.

Kısaca söylemek gerekirse benim bu cümlelerden ilk anladığım aslında bizim bir vakıa ( olay ) vuku bulduğunda yani gerçekleştiğinde algıladığımız ile işin içine bir de bu fiile taraftar olan birilerinin vakıa ile ilgili açıklamaları girdiğinde bizim gözümüzle gördüğümüz gerçeklik başka bir gerçekliğe dönüşüyor.

Cümle biraz felsefi oldu sanırım. Bir örnekle daha anlaşılır kılmaya çalışayım.

Varsayalım ki bir arkadaşımıza “Ahmet’i gördün mü?” diyelim.
Arkadaşımız da bize Ahmet’i görmesine rağmen “ Hayır Ahmet’i görmedim” desin.

Biz de peki deyip yanından ayrılalım. Aradan bir hafta geçtikten sonra arkadaşımız gelip bize “ Bir hafta önce sana Ahmet’i görmedim demiştim ama ben o gün aslında Ahmet’i görmüştüm. Kusura bakma” dediğini varsayalım.

Şimdi buradaki gerçeklik ne?

“ Arkadaşımızın bize Ahmet’i görme durumu ile ilgili yalan söylemiş olması” değil mi ?

Peki bunu aklımızda tutalım.

Biz de arkadaşımıza soralım “Niye bana yalan söyledin?” .
O da bize desin ki “ Evet sana yalan söyledim, ama bir sor niye?” ( Bu arada bu Türk filmlerinin değişmez repliklerinden biridir. Ne kadar duysam da her işittiğimde beni bir gülme alır).

Şimdi dikkat buyurunuz burada Benveniste’nin bahsettiği söylemle gerçekliğin inşası devreye giriyor.

Acaba arkadaşımızın bize söylemiş olduğu yalan gerçeği bakalım söylemden sonra değişecek mi?

Arkadaşımız bize cevaben şöyle desin “ Senin Ahmet’le o gün aranızda bir sürtüşme yaşadığını öğrenmiştim ve senin ona bir kötülük yapıp, pişman olacağın bir iş yapmanı engellemek için sana Ahmet’i görmediğimi söyledim” .

Bu durumda arkadaşımızın bize söylemiş olduğu yalan gerçeği, araya giren bir söylem sonrası bir anda değişmedi mi ?

Ben arkadaşımı dinledikten sonra düşünsem ve desem ki “ İyi ki Ahmet’in yerini söylememiş, yoksa elimden bir kaza çıkacaktı”.

Bu sefer arkadaşımın bana yalan söylemiş olduğu gerçeği arkadaşımın söyleminden sonra değişti.

Ben aynen Benveniste’nin söylediği gibi işittiklerim sonrası bu olaya karşı gerçeklik algımı değiştirdim ve yeni bir gerçeklik kurdum.

Yani söylem sonrası konuya ilişkin gerçeklik algım değişti.

Bana yalan söylediği için arkadaşıma kızan ben, iyi ki bu konu ile ilgili yalan söylemiş yoksa şimdi pişman olacağım bir işi o sinirle yapacaktım diye düşünebilirim.

Burada aklıma çok sevdiğim Ziya Paşa’nın bir sözü geldi :
“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”

Çok sevdiğim bir sözdür. Kişinin söylemine değil yaptıklarına bakılması gerektiğini anlatır.

Ama şimdi Benveniste’nin bu yaklaşımını okuduktan sonra Ziya Paşa’nın bu sözünü de bir daha düşünmek gerekecek.

Çünkü kişinin bir konu ile ilgili söylemi de bir işin yapılma veya yapılmama durumuna ilişkin algımızı ciddi şekilde yönlendirebilir.

Yani birisi bir işi yapamamış olabilir, işinde hatalar olabilir. Ancak bununla ilgili söylemi devreye girdiğinde iş ile ilgili gerçeklik algımız değişebilir.

Örneğin sınavdan düşük not alan bir öğrenci düşünelim.

Finalde FF almış olsun.

Öğrenci durumunu açıklamadan önce gerçekliğimiz “ öğrencinin sınavdan başarısız olduğu” şeklindedir ve doğrudur. Çünkü Ziya Paşa’nın deyişi ile “ kişinin işi ortadadır, FF”.

Ancak öğrenci yanımıza gelse ve dese ki “ Hocam kusura bakmayın, sınavdan FF aldım ama bir hafta önce ailemizde ciddi bir sorun yaşandı. Bu yüzden çok ilgi duymama rağmen dersinizin finaline çalışamadım, çünkü psikolojik olarak çok etkilenmiş ve yıpranmıştım.”

Şimdi bu açıklamadan sonra diyebilir miyiz ki öğrencinin açıklaması yani söyleminden önce var olan gerçeklik ile söyleminden sonraki gerçeklik tamamen aynıdır.

Evet neticede öğrenci dersten bütünlemeye kalmış olabilir. Ancak bizim bu gerçekliğe ilişkin öğrencinin söylemi öncesi ve sonrası algımız kesinlikle farklı olacaktır.

Biz dinlediklerimizden sonra “Evet dersimden bütünlemeye kalmış ama çalışamadığı için böyle olmuş” şeklinde var olan gerçekliği aynen Benveniste’nin dediği gibi tekrar inşa ediyoruz.

Şimdi gelelim yazımın başında söz verdiğim kişilerarası iletişimde bu konunun önemine.

Bu yazdıklarımdan benim çıkardığım sonuç şu : Kişiler arası iletişimde var olan bir olayı örneğin arkadaşınızla aranızda tartışmaya sebep olan bir olayı sadece sizin gördüğünüz açı ile değerlendirmek hatalı bir davranış.

Sizi üzen bir olayla ilgili karşı tarafa “Ben bu olaydan şu sonucu çıkarıyorum ama sen bu maksatla mı yaptın bu davranışı veya yanlış mı anladım, ya da bu davranışı gösterme maksadın nedir?” gibi bir açıklama fırsatı vermek gerekiyor.

Belki karşı tarafın yapacağı açıklama yukarıdaki örneklerde olduğu gibi sizin “gerçek” diye algıladığınız bir durumu temelden değiştirecek.

O yüzden daha önce de söylediğim gibi “ İletişim önemli azizim. İletişim önemli…”

Bir konu hakkında hüküm vermeden önce konuya dahil olan kişileri dinleyip gerçekliğimizi ona göre inşa etmeli.

Yoksa kişilerarası iletişimde ciddi iletişim kazalarına sebep olabiliriz.